Rasulullah (sav)’a İtaat Etmenin Zorunluluğu

Allah, insanlara dinlerinin hükümlerini öğretmesi için O’na Kur’an ve hikmet verildiğini bildirmiştir:
“Andolsun Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara Kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”
Âl-i İmrân, 164
Âlimlerin ve araştırmacıların büyük bir çoğunluğu, ayette geçen “hikmet” kelimesinin manasının Kur’an’dan başka bir şey olduğu görüşündedirler. Hikmet, Allah’ın, Peygamberi’ni haberdar kıldığı dininin sırları ve hükümleridir. Âlimler, bunu sünnet olarak yorumlamışlardır. İmam Şâfiî şöyle der: “Allah, Kitab’ı zikrediyor; bu Kur’an’dır. Hikmeti de anmıştır ki, Kur’an’ı en iyi bilen ilim ehlinden şunu işittim: Hikmet, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetidir. Bu söz, -Allah en iyisini bilir- Allah’ın buyurduğuna benziyor. Çünkü Kur’an zikrediliyor, ardından da hikmet geliyor. Allah, kullarına Kitap ve hikmeti öğretmekle ihsanda bulunduğunu zikreder. Burada hikmetin, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek -Allah en iyisini bilir- caiz olmaz. Bunun nedeni, hikmetin, kitapla birlikte olması; Allah’ın, Resûlü’ne itaati farz kılması ve insanlara, onun emrine uymalarını zorunlu kılmasıdır. O hâlde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti bu özellikleri taşırken ve Allah, Resûlü’ne iman etmeyi kendisine iman etmekle birlikte anmışken, “sadece Allah’ın Kitabı’na uymak farzdır” demek caiz değildir. (Şafii, er-Risâle, s.78)
İmam Şâfiî’nin, hikmetin kesinlikle sünnet olduğuna dair burada zikrettikleri açıktır. Çünkü Yüce Allah, hikmeti, Kur’an’a bağlamıştır. Bu da birbirlerinden ayrı olmalarını gerektirir. Ayrıca hikmetin, sünnetten başka bir şey olması da doğru olmaz. Çünkü onun bize öğretilmesi, Allah’tan bir ihsan olarak sunuluyor. Sadece hak ve doğru olan şeylerle ihsanda bulunulur. Böylece hikmetin de Kur’an gibi kendisine uyulması farz olur. Bize, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymamız farz kılınmıştır. Dolayısıyla hikmetin, şer’i konularda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sadır olan hükümler ve sözler olduğu ortaya çıkmaktadır.
Durum böyle olduğuna göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Kur’an ve O’nun dışında kendisine uymanın farz olduğu başka bir şey verilmiştir. Nitekim bu, Allahu Teâlâ’nın, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i nitelediği şu ayette açıkça geçmektedir: “O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.” Buradaki lafız âmm (genel) olduğuna göre, bu, kaynağı Kur’an veya (Kur’an dışında) Allah’ın ona vahyi olan helal ve haram kıldıklarının hepsini kapsar.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Dikkat edin! Bana, Kur’an ve O’nunla birlikte bir misli daha verildi.”
Ebû Davud, Mikdâm b. Ma’dikerib
Yüce Allah’ın, Müslümanlara emrettiği ve yasakladığı konularda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat etmeyi farz kılması da buna işaret eder: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.” Kur’an’ın birçok ayetinde, Resûlü’ne itaati, kendisine itaatle birlikte anmıştır: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.” Çağrıda bulunduğunda O’na karşılık vermeye teşvik etmiştir: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun.” Resûlullah’a itaat, Allah’a itaat; Resulullah’a uymak ise, Allah’ı sevmek kabul edilmiştir: “Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”
Allahu Teâlâ, Resûlü’nün emrine muhalefetten sakındırmıştır: “Artık O’nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” Hatta O’na muhalefet etmenin küfür olduğuna işaret etmiştir: “De ki: ‘Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”
Müminlere, onun hükmüne ve emirlerine muhalefet etme izni kesinlikle verilmemiştir: “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelirse, şüphesiz ki o, apaçık bir şekilde sapmıştır.” Anlaşmazlık durumlarında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hüküm vermesinden yüz çevirmek, nifak alametlerinden sayılmıştır: “(Münâfıklar), ‘Allah’a ve Peygamber’e inandık ve itaat ettik’ derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirir. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah’ın ve Resûlü’nün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir. Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlü’ne davet edildiklerinde, müminlerin söyleyeceği söz ancak, işittik ve iman ettik’ demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
Hatta Allahu Teâlâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte iken, O’ndan izin almadan ayrılmamayı imanın gereklerinden biri kılmıştır: “Müminler ancak Allah’a ve Peygamberi’ne inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken O’ndan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Yüce Allah, Peygamber ile birlikte olanların, O’nun izni olmadan gitmemelerini imanın gereklerinden kıldığına göre, ilmî bir konuda da O’nun izni olmadan herhangi bir görüşe sahip olmamanın imanın gereklerinden olması daha uygundur. O’nun izni, o konularda izin verdiğine işaret eden, kendisinden gelen rivayetlerle bilinir.”
İbnu’l-Kayyim
Bütün bunlardan dolayı, sahabilerin, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e mutlaka başvurmaları gerekiyordu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, onlara Kur’an’ın hükümlerini tefsir ediyor, anlaşılması zor olan bölümlerini açıklıyor, çekişmelerde aralarında hüküm veriyor ve husumetlerini çözüyordu. Sahabiler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emir ve yasaklarının sınırlarına bağlı kalıyor, -sadece ona özel olduğunu bildikleri şeyler dışında- amellerine, ibadetlerine ve muamelata ilişkin konularda O’na uyuyorlardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Benim namaz kılışımı gördüğünüz gibi namaz kılın” emrine uyarak, namazın hükümlerini, şartlarını ve şeklini ondan öğreniyorlar; “Hac ibadetinizi benden alın” emrini izleyerek, hacla ilgili ibadetleri ve haccın şeâirlerini ondan alıyorlardı. Allah Resûlü, sahabilerinden bazılarının, yaptığı bir şeye uymadığını öğrendiğinde bazen öfkeleniyordu. İmam Mâlik, Muvatta’da Atâ b. Yesâr’dan şunu rivayet etmiştir:
“Sahabeden biri, oruçlu bir kimsenin hanımını öpmesinin hükmünü sormak üzere eşini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ümmü Seleme radiyallahu anha, o kadına, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in oruçlu iken (hanımlarını) öptüğünü haber verdi. Kadın, kocasına dönüp durumu bildirince, adam ‘Ben, Resûlullah gibi değilim. Allah, Resûlü’ne dilediğini helal kılar’ dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, adamın bu sözü kendisine ulaşınca öfkelendi ve şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz ben, Allah’tan en çok korkup-sakınanınız ve O’nun (helal-haram) sınırlarını en iyi bileninizim.’
Yine Hz. Peygamber, Hudeybiye antlaşmasında, sahabilerine tıraş olmalarını ve ihramdan çıkmalarını emredip de onlar bunu yapmadığında öfkelenmiştir. Çünkü antlaşmanın şartları, sahabeye ağır gelmişti. Hz. Peygamber bizzat tıraş olup ihramdan çıkınca, onlar da hemen O’na uydular.
Sahabenin, Hz. Peygamber’e uyması, sebebini bilmeden ve hikmetini sormadan onun yaptıklarını yapma ve terk ettiklerini de terk etme derecesine ulaşmıştı.
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, parmağına altın bir yüzük taktı. İnsanlar da hemen parmaklarına altın yüzükler taktılar. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yüzüğü çıkardı ve ‘Bunu bir daha asla takmayacağım!’ buyurdu. İnsanlar da hemen yüzüklerini çıkardılar.”
Buhârî, İbn Ömer
Kadı İyâz, eş-Şifa adlı kitabında, Ebû Saîd el-Hudri’den şunu rivayet etmiştir: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, sahabilerine namaz kıldırırken birdenbire ayakkabılarını çıkarıp sol tarafına koydu. (Namaz kılan) topluluk bunu görünce, onlar da ayakkabılarını çıkardılar. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazını bitirdiğinde ‘Sizi, ayakkabılarınızı çıkarmaya sevk eden nedir?’ diye sordu. ‘Senin de ayakkabılarını çıkardığını gördük’ dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘Cebrail bana, nalınlarımda pislik olduğunu haber vermişti’ buyurdu.” İbn Sa’d, et-Tabakât’ta şunu anlatır: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mescidde Müslümanlara öğle namazını iki rekâtını kıldırdı. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, Mescid-i Haram’a yönelmesi emredildi. O da hemen oraya döndü ve O’nunla birlikte Müslümanlar da döndüler.” Hatta sahabenin, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine bağlılıkları, dünyevi işlerde bile bu şekilde davranma derecesine ulaşmıştı. Ebu Davud ve Câmiu Beyani’l-İlm ve Fadlih kitabinda İbn Abdilbert, Abdullah b. Mes’ud’dan şunu rivayet etmişlerdir: “Abdullah b. Mes’ûd, Cuma günü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hutbe verirken mescide geldi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ‘Oturun!’ dediğini duydu. O’ndan bu sözü duyduğu anda hemen mescidin kapısının yanına oturdu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu gördü ve ‘Gel, ey Abdullah b. Mes’ûd!” buyurdu.”
Sahabe, hayatta iken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı bu şekilde idi. O’nun sözünü, fiilini ve takririni, şer’î hüküm olarak kabul ediyorlardı ve bu konuda farklı davranmıyordu. Onlardan hiçbiri, Kur’an’ın emrine karşı çıkmaya izin vermiyordu. Sahabe, fiili ya da sözü, dünyevî konulardaki bir ictihadı olmadıkça, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e müracaat ediyordu. Bedir savaşında Habbâb b. Münzir’in, karargah yeri konusunda Hz. Peygamber’e, bu yer seçiminin, dinî bir konuda kendisinin ictihadı olup Allah tarafından onaylanıp onaylanmadığını sorması gibi. Ya da Hz. Ömer’in, Bedir savaşı esirleri ve Hudeybiye antlaşması konularında O’na müracaat etmesi; sahabenin, kendilerine garip gelen bir şeyi, sadece hikmetini öğrenmek için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sormaları veya Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı bazı şeylerin sadece ona özgü olduğunu düşünüp bu konuda ona uymakla kendilerini sorumlu tutmamaları ya da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine bir şey emrettiğinde, bunun mübah olup emredilmediğini düşünmeleri gibi. Bunun dışındakilere gelince; onlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı mutlak bir teslimiyet, tam bir itaat ve mükemmel bir bağlılık içindeydiler.
Kaynak: Sünnet ve İslam Hukukundaki Yeri, Prof. Dr. Mustafa Es-Sibai